- Hamamı surların üstüne yapmak
yerine suların üstüne yapsalar daha iyi olmaz mıydı?
- Efendim?
Metrobüs körüğüne yakın asılı duran
LCD’yi göstererek;
- Hamam surlar üstüne kuruluymuş. Arabacılar Hamamı... Spa da varmış.
- ...?!!??!
- Diyorum ki hamamı neden
surların üstüne kurmuşlar ki? Hayır, kurulabilir tabi ama bu övünülecek bişey
mi? Anladık reklam... Anladık hedef kitlen metrobüs yolcuları... Ama bu bi hamamın
özelliği olabilir mi? Ben olsam suların
üstüne kurar reklamı da öyle yaparım. "Arabacılar Hamamı.. Suların üstüne kurulu
hamamımız bay ve bayan bölümleri ile hizmetinizde. Üstelik sular üzerine kurulu
olduğundan asla su sıkıntısı çekmeyeceksiniz. Suyu bol buldunuz, yıkanın…
Arabacılar hamamı..." Bilmem ne sokak, numara 27, Fatih İstanbul.
- Yani?
- Yani hamamda en çok su
tüketiliyo. Su hamamın hammaddesi… Hamamda su tüketilir, sur tüketilmez
ki. Surların üstüne kurdun da noldu yani. İş mi... Sana ne faydası var? Peki bir
tüketici olarak bana ne faydası var? Sur hamam seçiminde bir kriter olabilir
mi? Benim olmaz. Mesela bi hamama gidecek olsam hamamda sur var mı aramam, su
varmı onu ararım. Suru yok diye hamama gitmemişliğim yok ama evde su yok diye
hamama gittim. Örnek olsun diye şeyettim bunu... Hem işletmeci olarak senin
için de iyi olan bu. Suyun üstünde olduğundan çek suyu ver hamama. Maliyeti düşürürsün.
- Hamam reklamı mı vardı burda?
- Evet
- Görmedim ben.
- E geçti hemen çünkü. Bakmadın
ki! Ne anlatıyoruz burda!
Babylon Bomontiye gideceğim,
Mecidiyeköy’de inmeliyim. Sonra metroyla Osmanbeye geçer taksiye atlarım. Aşağı
yukarı 10 lira tutar.
Taksiye binmeden kafamı eğerim, şoförle göz göze gelip sigarayı gösteririm.
Konuşmadan; “Sigaram var ve yeni yaktım.. Şoför, sigarama iyi bak, bu gördüğün
içtiğim en lezzetli sigara, çektiğim her nefeste dumanı ayak parmaklarımda
hissediyorum. Yer çekimini yeneli epey olmuş. Ayak parmaklarıma ulaşan sigara dumanı bulutlara dönüşüyor.
Bulutlar üstündeyim. Osmanbey bugün amma kalabalık, insanlar üstüme üstüme yürüdü. Aralarından ustalıkla sıyrıldım da geldim sana. Peynir
yuvarlama festivalinde peynir kovalayan Hollandalı gibi peşinden koştum senin. Takıldım sarının peşine. Doğulusun biliyorum, çünkü gerçek Kürtler sarışın olur. Gerçek taksiciler de kürt olur. Halden anlarsın sen. Sigaramla binmek
istiyorum sana. Beni kabul eder misin?” diye sorarım.
Konuşmadan cevap verir
doğulu şoför; “Halden anlarım. Bin çabuk, nerde olmak istiyorsun söyle.
Şüphesiz seni olmak istediğin yere götürecek olan ancak benim.” Sigaralı
müşteriye teşne doğulu şoföre kanım ısınır ama yol boyu ağzımı açmam. Yanlış
bir şey söylemekten korkarım. Geleceğim yere gelir inerim. Saat geç. Omar
Souleyman’ın sahnesi bitmiştir. Tam ben ulaştığımda Nusaibin çıkar.
Harika, tüm detayları planladım. Gelecek
20 dakika boyunca ne yaşayacağımı biliyorum. Bu öyle bir his ki gelecek 20
dakika boyunca ne yaşayacağımı değil ne yaşadığımı biliyorum demek daha doğru.
Mecidiyeköy’de inmeliyim. Ne
tesadüf tam da Mecidiyeköy’deyim. İndim. Elim istemsizce cebimdeki sigara
paketine gitti. Zor durdurdum kendimi. Durdurdum çünkü henüz Osmanbey’de
değilim, taksi aramıyorum.
Dilim damağıma yapışıyor. Dilim hiç
kullanılmamış bulaşık süngeri kadar katı ve kuru. Suyun altına sokup emsin
istiyorum suyu. -Üç, beş yıkamadan sonra iyice kendini bırakır sünger, artık
yumuşacıktır.- Yumuşacık olsun istiyorum dilim. En son ne zaman su içtim
hatırlamıyorum.
Hamidiye su makinesi gördüm
sanki. Dokundum, gerçekten var… Cebimden 2 lira çıkarıp attım içine makinenin, 2
küçük içi dolu yaramaz su şişesi düştü hazneye hemen, gerçekten düştü.
Önce
birini aldım, diğeri haznede içilmeyi beklerken ordan ayrılmadım. Makinenin
başında şişeyi apazlayarak içindeki suyu tek seferde fışkırttım içime. Tazyik
damağımı yumuşattı. Dilim artık ağzımın içinde daha rahat hareket ediyor, dilim
nemli… Derhal apazlanmayı bekleyen diğer yaramazı alıp boşunu hazneye
bırakıverdim. Yeni yaramazı içerken dudağımın kenarındaki boşluklardan yol
bulan damlalar döküldü. Artık montum da damağım gibi ıslak.
Yarısına kadar
içtim Hamidiye’mi. Susuzluğum bitmiş değildi ama bitsin de istemiyordum sanki.
İşte tam da bu yüzden yarısını bıraktım, içmedim. Şişeyi üzerinde durduğum zemine
kusursuz ölçüde paralel tuttum, açı sıfır. Kapak ise yaklaşık 20 derecelik bir
açı ile kapatmayı beklediği şişeye bakıyor. Bu vaziyette kapağı birkaç tur şişenin
ağzında çevirdim. Haliyle kapak tam kapanmadı. Kapağı çıkarıp açısını düzeltip yeniden çevirerek tam kapatabilirdim. Yapmadım.
Metrobüs durağından çıkıp,
Mecidiyeköy metrosuna doğru ilerledim. Zira bir sonraki hedefim metro ile Osmanbey’e
geçmek.
Yürürken;
- Açı farkı sebebiyle tam oturmayan kapak su kaçırmaya, elimdeki şişeden yere su dökülmeye başladı. Yolları ıslayan bir itfaiye eri gibi metroya ilerliyorum.
- Hava soğuk, montumu boğazıma kadar çekiyor, başımı biraz öne eğip açıkta kalan ağzımı soğuktan korumak için montun yakası içine sokuyorum.
- Ellerim de üşüyor. Sağ elimde sokak sulayan, apazlandığı için formu bozulmuş su şişesi var. Cebime sokamam, sığmaz. Asimetri saplantısıyla boşta olmasına rağmen diğer elimi de cebime sokmamam gerektiği hissine kapılıyor, bunun yerine montumun kolunu uzatıp elimi içine gizliyorum. Yalnızca birkaç parmağım görünüyor ucundan. Arada elimi yumruk yapıp ağzıma götürüyor, hohlayarak ısıtıyorum avuç içimi.
- Gözlerim tüm ani hareketlere duyarsız, hedefine odaklanmış bir kan çanağı kırmızısı… Göz kapaklarım tüm vücut ağırlığımın iki katı ağırlıkta nerdeyse.
Bu vaziyette azıcık ötedeki
trafik ışıklarına varıyorum. Yayalara kırmızı, araçlara yeşil yanıyor. O da ne
ışıklarda klonlarımı görüyorum adeta. Müşteri bekleyen cam silicileri…
Ellerinde birer su şişesi, boştaki elleri kıyafet kollarının içinde, başları
öne eğik, gözler baygın fakat ateş çemberi… Domuz avlayan köylünün domuzun atış menziline girmesini
sinsice beklediği gibi bekliyorlar araçlara yanacak kırmızıyı.
Ben ise beklemek niyetinde
değilim. Gideceğim yöne doğru, akan trafiğin tersine yandan yürümeye
başlıyorum. 5-10 adım sonra yanıyor kırmızılım. Karşıya geçmek için müthiş bir
fırsat, Kırmızı ışıkta duran ilk araçtan 4 araç daha ilerdeyim. Dalıyorum araçların arasına, zigzaglar çizerek ilerliyorum yolun karşısına.
Bir şey dikkatimi çekiyor.
Yanından geçtiğim camı açık araçlar derhal camlarını kapıyor, kapılarını kilitliyor… Göz göze geldiğim şoförlerin yüzlerinde korkuyu,
tedirginliği seziyor ancak anlam veremiyorum. Biraz sonra geldikleri yönde bir
kaza oldu galiba diye düşünüyorum. Yüzlerine yansıyan korku bu yüzden… Açıklamam
beni tatmin ediyor.
Artık karşıdayım. Sonrasını ise
hatırlamıyorum.