Zihnaltım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zihnaltım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2019 Cumartesi

Anılar


Rıhtımdayım. Tavuk dönerin ve denizin kokusunu çok rahat alabiliyorum. İyi ama neden burdayım, nasıl geldim ki buraya. Sanki farklı bir zamanda gibiyim. 

Şüpheden deliye döneceğim. Belki de çoktan delirdim.

Haldun Taner’in İETT otobüslerine bakan duvarına yakın yürüyen genç bir kız var. Önünü kesip; “Hey, sakin ol!, Ben gelecekten geliyorum, lütfen bana şu anda hangi yıldayız söyler misin?” diye sormayı planlıyorum.

Kızın bu soruya; “İnanmıyorum, gelecekte dünyaya köylüler mi hâkim olacak?” şeklinde soru ile karşılık vermesinden korkarak vazgeçiyorum.

Acaba diyorum, sorumu; “Bacım, kusura kalma, yanlış da anlama. Geçmişten geliyorum, şu anda hangi senedeyiz” diye değiştirsem daha mı iyi olur diye düşünüyorum. Ama o zaman da geçmişten geldiğim için beni gerici bulup, yadsır ve hiç yüz vermez..

Peki ama gelecekten geldiğime nasıl bu kadar emin olabiliyorum? Çünkü geçmişten gelmiş olamam diye düşünüyorum. Nerde ben de o şans! Adım gibi eminim, her gününü gelecek daha güzel olur avuntusuyla yaşadığım bugünümden, gide gide yine geçmişe gittim. Ama bu sefer gerçekten geçmişe gittim. Zaman yolculuğu! Sizin “bugün” dediğiniz “geçmişe” ben yine sizin “gelecek” dediğiniz benim “bugünüm”den geldim. Tamam, gelecekten geldim. Hayır, aslında ben bugünden geldim, siz geçmiştesiniz.

Boş yere ikili ilişkiye girerek macera aramayayım. En iyisi, şu karşıdaki büfeden bir gazete alıp tarihine bakmak. O sırada kız da uzaklaşıyor zaten benden. Arkasından bakıyorum, kalçaları çok güzel. Ulan diyorum keşke durdurabilseydim de ona sorsaydım. Bir an hayıflanıyorum, yolunda yürüyen kadınları hiç durduramadım zaten.

Olsun, çok doğru bir karar, gazetedeki tarihe bakacağım. Ama nasıl alacağım ki gazeteyi, pijamalıyım ve pijamamın cebi yok. Acaba diyorum kirli sakallı büfeciden rica mı etsem; “Selamun aleyküm, abi ben gelecekten geliyorum. Şu an hangi tarihteyiz öğrenebilmem için bir gazete almam gerekiyor, ama param yok. Bana bir Akit verebilir misin? Bir de canım çok sigara istiyor, kent switch var mı? Yani üretilmeye başladı mı?”

Büfecinin onu kandırdığımı düşüneceğinden korkarak vazgeçiyorum.

Buldum, Haldun Taner Sahnesinin önünde mutlaka oyun ilanları asılmıştır. Oyunların tarihlerine bakarım diye düşünüyorum. Koşarak deniz tarafındaki kapısına ulaşıyorum. Evet, işte bu, kapıda asılı duran bir oyun afişi var, Sarah Bernhardt, Anılar oyunu. Bu, Haldun Taner Sahnesi’nde oynanan ilk oyunmuş. Öyle yazıyor afişte. Sebze hali olarak kullanılan bu bina 1989 yılından şehir tiyatrolarınca alınıp Haldun Taner Sahnesi kuruluyor. İnanamıyorum.., 1989 yılındayım.

Kalıbım basarım bu aynı zamanda bir Haziran akşamı. Haziran akşamını her halinden anlarım. Şiirden pek anlamam, ezbere de bilmem çoğunu. Ama nasılsa Ahmet Kölecioğlu’nun; “1997 yılının haziran ayıydı bir akşam üstü Kadıköy meydanında deniz kenarındaki çay bahçelerinden birine oturdum çay içip denizi seyrediyordum. Haydarpaşa vapur iskelesi ve gar binası da karşımda net bir şekilde görünüyordu. Gelen çayım bitince ikincisini söyledim birde sigara yaktım. İçime bir ilham geldi, orda gördüğüm manzaradan esinlenerek yazmıştım” diye tanıttığı;

“Bir haziran akşamı
Tatlı hoş bir rüzgâr esintisi
Hafif dalgalı limanın kirlenmiş mavisi
Akşamın ilk karanlığında, beyaz bir martının rengi grimsi

Tam karşımda
Asırlık şehrin tarih saçan haydar paşa liman binası
Yakında çok yakında gelinlik giymiş üç kız misali
Beyaz boyalı üç yolcu gemisi

Hele birisi
Rüzgârın esintisiyle yerinde duramıyor
Dans ediyor birisi

Ama ne yazık ki kirlenmiş çevresi
Sigara izmariti kibrit çöpü kâğıt parçası
İçilmiş suyun pet şişesi ve kola kutusu
Kirlenmiş limanın tatlı güzel mavisi”

şiirini eksik gedik hatırlıyorum.

Hemen binanın içine atıyorum kendimi, sonra dosdoğru gişedeki yaşlı görevliye yaklaşıp; “Merhaba, bugün ayın kaçı” diyorum. “Sekizi” diyor. “Haziran değil mi?” diyorum hiç beklemeden. Alaycı bir üslüpla “Haziran” diyor. “1989 yılındayız değil mi?” diyorum. Bu kez benim alay ettiğimi düşünüyor. Anlamsızca yüzüme bakıyor.

Cesaretimi toplayıp; ”Bakın, ben  gelecekten geliyorum. Aslında bugün doğdum. Yani geçmişte bugün. Kapıda şu Anılar oyununu gördüm, bunun bir işaret olabileceğini düşünüyorum. Üzerimde hiç param yok. Ne olursunuz oyunu izlememe izin verin. Bir de bir dal sigaranız var mı?” diyorum.


Ani bir ürpertiyle, uyanıyorum. Ağzım kupkuru. Ama sudan çok sigara istiyor canım. Kalkıyorum, doğrudan mutfağa.. Uykuya bi sigara molası verip tekrar yatarım diye düşünüyorum.


7 Ekim 2018 Pazar

Zihnaltım

Zihnaltımdan çıkardığım bir hatıra.. 

Belki 3 belki 6 yaşımdayım. Konuşabiliyormuyum, ne kadar konuşuyorum hatırlamıyorum. Annemin köyündeyiz. Annemin ablasında.. Halam diye biliyorum ben. Ama Teyze oluyormuş doğrusu. Ama biz hâlâ Hala diyoruz.

Islak ıslak öpmüştür beni kesin, hatırlamıyorum. Öpeceği yanağımı omzuma yapıştırmışımdır muhtemelen, hep öyle yapardım. Kafamı tutup, ayırıp omzumdan öpmüştür kesin. Seviyor herhâlde.

Sonra muhtemelen somyanın köşesine bacaklarımı kırıp oturmuş tavana yakın asılı televizyona bakmışımdır muhtemelen. Çok hatırlamıyorum bu kısımları. Uydu bağlıydı köyde.. Öyle yukarı koyarlardı köylerde televizyonları. 

Halam yere “çocuklar için” ufak sofrayı kurmaya başladığı andan itibaren hatırlıyorum. Çay tabağına kesilmiş domatesler, salatalık, kabuklu köy ekmeği, su bardağında çay.

Tabaklar da gelince Halam dedi ki sofraya inin. Sofraya inişimi hatırlıyorum. Erişte varmış. Köy makarnası yani.. Üstünden duman çıkıyor, muhtemelen önceden yapılmış, biz çocuklar için tekrar ısıtılmış. Sofrada kaç çocuk vardı hatırlamıyorum. Ben ve ablam dahil 4 ya da 5’dir herhâlde, hatırlamıyorum.

Erişteleri yerken sofranın yanında Halamın yerdeki başka bir sofra bezinin üstünde, taşla ceviz kırdığını gördüm. Kırdığı cevizleri ayıklıyor pembe bir plastik kaba koyuyordu. Çok sürmedi diye hatırlıyorum. Kalktı, benden başlayarak dairesel bir hareketle sofradaki tüm çocukların eriştelerine, eliyle daha da üfeleyerek cevizleri dağıttı. Tavuk yemler gibi yemledi. Besledi bizi.

Çok lezzetli hatırlıyorum o yemeği.