“Mesela, lisedeki erkek arkadaşım..” dedi.
Devam etti;
“Dışardan
geldiği için biraz değişikti, renkli giyinir, küpe takardı, bu yüzden de
diğerlerinin gözünde uslu tavuk görünürdü. Bir gün otobüs durağında bunun bu
halinden güç bulan iki oğlan tip tip bakınca, üstlerine yürümüştü. Bakmayın
böyle göründüğüme ikinizi de şuracıkta sikerim!.. Ciğerini siktiğimin
maymunları, şimdi siktirolun gidin diyerek kovalamıştı.”
“Evet..?”
dedim.
“Bu
mesela.. Beni çok etkilemişti. Alfalık böyle bir şey!” dedi...
Alfa terimi,
esasen hayvan davranışlarını tanımlamak için kullanılıyor. (örneğin sürüye
liderlik eden alfa kurt) İnsanlar için kullanıldığındaysa daha karmaşık bir
şekilde anlaşılabilir, ama günün sonunda aşağı yukarı sınırları belli bir tanım..
Yukarıdaki
diyalog yaşanırken benim şaşırır rolü yapmam yersizdi, bu tavrın alfalıkla
ilgili olduğunu biliyor ama kabul etmek istemiyordum. İtirazım verilen örneğin
hatalı olmasına değildi. -ki hatalı da değildi- Ama yine de kendimi “bu da
alfalık mı şimdi, sen bir de beni gör” tavrından alıkoyamadım.
Alfa olmak
doğrudan doğruya ve sadece güç göstererek/kullanarak tahakküm kurmayla ilgili. Liderlik
etme ve yönlendirme tek başına alfalık için asla yeterli değil. Ne bir eksik ne
bir fazla, İbrahim Tatlıses değil midir gerçek alfa?
Güçlü
olmak değil gücün ortaya çıkarılması/gösterilmesi ve pozisyon yaratmak için bir
silah olarak kullanılmasıdır alfalığın şartı. Kerameti kendinden menkul gücü
kim ne yapsın!
Güç her
zaman ve her yerde yalnızca otorite ya da otoriteryenizm yaratır, bunu
belirleyen ise yalnızca gücün kullanılış biçimidir.
Bir maymun
sürüsünü düşünelim, içinde timsahların olduğu bir nehrin çevresinde yaşıyorlar.
Ve nehrin ortasında muz ağaçları dolu bir adacık var. Sürünün en hızlı yüzen iki
maymunu, Daiya ve Dressel değişik zamanlarda nehri aşıp adadan muz
getiriyor ve sürüyü besliyorlar.
Bir gün,
Daiya adaya gitmek için hazırlanıyor, o sırada nehrin kenarındaki maymunları
görüp sudan uzaklaşmalarını, ses çıkararak timsahları çekmemelerini istiyor.
İtiraz etmeden uzaklaşıyorlar. Daiya yüzerek çıktığı adadan elinde muzlarla dönüp
sürüsünü besliyor.
Ertesi gün
adaya Dressel yüzecek. Nehrin kenarına geliyor, suyun kenarındaki diğer maymunların
yanına gidiyor, içlerinden bir kaçını tekmeliyor, ısırıyor, kovalıyor.
Yakaladığı bir dişiyi oracıkta beceriyor. Azıcık ötedeki iki maymunun yanına
gidiyor, erkek olanın elindeki ağaç kavuğunu alıp fırlatıyor, geride bıraktığı
yeşillikleri yiyor, dişi olanı tabi ki de beceriyor. Maymunlar itiraz etmiyor. Ardından
Dressel adaya yüzüp yine elinde muzla dönüyor ve sürü besleniyor.
Sürünün
tüm üyeleri biliyor ki Daiya da Dressel da güçlü ve lider özelliklere sahip birer
erkek maymun. Sürüdekiler, güçleri sebebiyle Daiya ve Dressel’ın dayattığı her
türlü hakimiyeti de sorgusuz şekilde kabul ediyor. Rasyonel olan da bu zaten. -
muzla döndüklerinde karınlarını doyuruyorlar.-
Mesele ise
tam olarak şu, Daiya gücünü kullanarak bir otorite yaratırken, Dressel aynı
güçle otoriteryenizm yaratıyor. Sürü için bu ikisi arasında hiçbir bir
fark yok. Onlar sadece şunu farkediyor; Dressel alfa bir maymun. Doğrudur.
Dressel, kabul gören bu alfalığı sayesinde sürüdeki gücünü sürekli artırır (ama bu yeni gücünü sürüyü besleyebilmesine değil, kurduğu tahakküme borçludur) daha çok yer, daha konforlu yaşar, daha fazla
maymunla daha fazla sefer çifleşir ve günün sonunda daha fazla ürer.
Yazı uzamasın,
yazasım kalmadı, o yüzden bir sürü adımı pas geçerek sonunda söylemek istediğim
şeyi söyliyeyim gitsin; insanın alfa’lığa karşı koyamaması, dahası arzu ediyor
olması sadece korkudan kaynaklanmıyor olabilir, bu tabi olma/sahip olunma
ihtiyacını da besliyor olabilir.
Zira, tahakküm altında olmak (tabiiyeti kabullenmek) öyle yada böyle kişiye pasif bir konfor sağlar. Bu da kabul edilebilir. Neticede bir seçimdir.