Rıhtımdayım. Tavuk dönerin ve denizin kokusunu çok rahat alabiliyorum. İyi ama neden burdayım, nasıl geldim ki buraya. Sanki farklı bir zamanda gibiyim.
Şüpheden deliye döneceğim. Belki de çoktan delirdim.
Haldun Taner’in İETT otobüslerine bakan duvarına yakın yürüyen genç bir
kız var. Önünü kesip; “Hey, sakin ol!, Ben gelecekten geliyorum, lütfen bana şu
anda hangi yıldayız söyler misin?” diye sormayı planlıyorum.
Kızın bu soruya; “İnanmıyorum, gelecekte dünyaya köylüler mi hâkim olacak?”
şeklinde soru ile karşılık vermesinden korkarak vazgeçiyorum.
Acaba diyorum, sorumu; “Bacım, kusura kalma, yanlış da anlama. Geçmişten
geliyorum, şu anda hangi senedeyiz” diye değiştirsem daha mı iyi olur diye
düşünüyorum. Ama o zaman da geçmişten geldiğim için beni gerici bulup, yadsır
ve hiç yüz vermez..
Peki ama gelecekten geldiğime nasıl bu kadar emin olabiliyorum? Çünkü geçmişten
gelmiş olamam diye düşünüyorum. Nerde ben de o şans! Adım gibi eminim, her gününü
gelecek daha güzel olur avuntusuyla yaşadığım bugünümden, gide gide yine geçmişe gittim.
Ama bu sefer gerçekten geçmişe gittim. Zaman yolculuğu! Sizin “bugün” dediğiniz “geçmişe” ben
yine sizin “gelecek” dediğiniz benim “bugünüm”den geldim. Tamam, gelecekten
geldim. Hayır, aslında ben bugünden geldim, siz geçmiştesiniz.
Boş yere ikili ilişkiye girerek macera aramayayım. En iyisi, şu
karşıdaki büfeden bir gazete alıp tarihine bakmak. O sırada kız da uzaklaşıyor zaten
benden. Arkasından bakıyorum, kalçaları çok güzel. Ulan diyorum keşke durdurabilseydim de ona sorsaydım. Bir an hayıflanıyorum, yolunda yürüyen kadınları hiç durduramadım
zaten.
Olsun, çok doğru bir karar, gazetedeki tarihe bakacağım. Ama nasıl alacağım ki
gazeteyi, pijamalıyım ve pijamamın cebi yok. Acaba diyorum kirli sakallı büfeciden
rica mı etsem; “Selamun aleyküm, abi ben gelecekten geliyorum. Şu an hangi
tarihteyiz öğrenebilmem için bir gazete almam gerekiyor, ama param yok. Bana
bir Akit verebilir misin? Bir de canım çok sigara istiyor, kent switch var mı?
Yani üretilmeye başladı mı?”
Büfecinin onu kandırdığımı düşüneceğinden korkarak vazgeçiyorum.
Buldum, Haldun Taner Sahnesinin önünde mutlaka oyun ilanları asılmıştır.
Oyunların tarihlerine bakarım diye düşünüyorum. Koşarak deniz tarafındaki kapısına
ulaşıyorum. Evet, işte bu, kapıda asılı duran bir oyun afişi var, Sarah Bernhardt, Anılar oyunu. Bu,
Haldun Taner Sahnesi’nde oynanan ilk oyunmuş. Öyle yazıyor afişte. Sebze hali olarak kullanılan bu bina
1989 yılından şehir tiyatrolarınca alınıp Haldun Taner Sahnesi kuruluyor.
İnanamıyorum.., 1989 yılındayım.
Kalıbım basarım bu aynı zamanda bir Haziran akşamı. Haziran akşamını her
halinden anlarım. Şiirden pek anlamam, ezbere de bilmem çoğunu. Ama nasılsa
Ahmet Kölecioğlu’nun; “1997 yılının haziran ayıydı bir akşam üstü Kadıköy meydanında deniz
kenarındaki çay bahçelerinden birine oturdum çay içip denizi seyrediyordum. Haydarpaşa
vapur iskelesi ve gar binası da karşımda net bir şekilde görünüyordu. Gelen
çayım bitince ikincisini söyledim birde sigara yaktım. İçime bir ilham geldi, orda
gördüğüm manzaradan esinlenerek yazmıştım” diye tanıttığı;
“Bir haziran akşamı
Tatlı hoş bir rüzgâr
esintisi
Hafif dalgalı limanın kirlenmiş
mavisi
Akşamın ilk karanlığında, beyaz
bir martının rengi grimsi
Tam karşımda
Asırlık şehrin tarih saçan
haydar paşa liman binası
Yakında çok yakında gelinlik
giymiş üç kız misali
Beyaz boyalı üç yolcu
gemisi
Hele birisi
Rüzgârın esintisiyle yerinde
duramıyor
Dans ediyor birisi
Ama ne yazık ki kirlenmiş
çevresi
Sigara izmariti kibrit çöpü
kâğıt parçası
İçilmiş suyun pet şişesi ve
kola kutusu
Kirlenmiş limanın tatlı
güzel mavisi”
şiirini eksik gedik hatırlıyorum.
Hemen binanın içine
atıyorum kendimi, sonra dosdoğru gişedeki yaşlı görevliye yaklaşıp; “Merhaba,
bugün ayın kaçı” diyorum. “Sekizi” diyor. “Haziran değil mi?” diyorum hiç
beklemeden. Alaycı bir üslüpla “Haziran” diyor. “1989 yılındayız değil mi?” diyorum.
Bu kez benim alay ettiğimi düşünüyor. Anlamsızca yüzüme bakıyor.
Cesaretimi toplayıp; ”Bakın,
ben gelecekten geliyorum. Aslında bugün
doğdum. Yani geçmişte bugün. Kapıda şu Anılar oyununu gördüm, bunun bir işaret
olabileceğini düşünüyorum. Üzerimde hiç param yok. Ne olursunuz oyunu izlememe
izin verin. Bir de bir dal sigaranız var mı?” diyorum.
Ani bir ürpertiyle, uyanıyorum.
Ağzım kupkuru. Ama sudan çok sigara istiyor canım. Kalkıyorum, doğrudan mutfağa..
Uykuya bi sigara molası verip tekrar yatarım diye düşünüyorum.