Yeni Aktüel Dergisi, “İslamcılık”ı kurcalamayı sürdürüyor. 7. sayısında da ilginç sayılabilecek bir dosyaya imza atmış. Zeki Yamani’nin kızının ihtişamlı düğününden hareketle Müslümanların modernite ve servetle imtihanını tartışıyor. Dosyanın adı: “Müslümanlar Protestanlaşıyor mu?”
Bana kalırsa, dosyanın en ilginç yorumu Doçent Doktor Hidayet Tuksal’dan gelmiş. Hidayet Tuksal, muhafazakarların arasında beyazlaşma isteği duyan insanların küçük bir kesim olduğunu belirttikten sonra şunları söylüyor: “Beyazlık vizesi kendilerinden alınan bu mihraklara ‘biz de sizler gibi giyinebilir, yiyebilir ve yaşayabiliriz’ mesajı vermeye çalışıyor esmer muhafazakarlar. Muhafazakar kesimde zengin-yoksul ikiliği zaten vardı, bu ayrım biraz daha keskinleşerek devam eder. Ancak sonuçta modern Ebu Zer’lerin ortaya çıkarak birilerine bu adaletsizliklerin hesabını sorması da kaçınılmaz görünüyor. Küreselleşme karşıtı, savaş karşıtı hareketlerde yer alan dindar genç kuşağın gelecekte muhalif bir söylemi üretme potansiyeli taşıdığını düşünüyorum.”
Birlikte hatırlayalım Ebu Zer’i(r.a). Gıfar kabilesinin ulularından olan Ebu Zer, Mekke’de bir peygamberin ortaya çıktığını duyunca atlayıp geliyor ve daha Peygamberimiz (s.a.v) ile konuşmaya başlamasının ikinci dakikasında teslim oluyor. Delişmen adam Ebu Zer. Diyor ki: “Müsaade et ya Resulullah! Kabe’ye varayım ve Allah birdir, Muhammed(s.a.v) de onun peygamberidir diye haykırayım.” Peygamberimiz müsaade etmiyor. “Sana bir zarar gelmesinden korkarım” diyor. Fakat Ebu Zer ısrar edince izin çıkıyor ve Ebu Zer, Kabe’nin önüne gelip bağıra çağıra Allah’ın birliğini, Sevgilisinin Resullüğünü haykırıyor. Dayak yiyor müşriklerden. Tartaklanıyor. Hazret-i Ebubekir yetişiyor ve o azgın kalabalığın ellerinden alıyor kahramanımızı. Ve Ebu Zer’in yaralarını Hazret-i Peygamber, bizzat kendi mübarek elleriyle tımar ediyor.
Sonraki yıllarda Ebu Zer, hep “gittiği yolun delisi ve doğru bildiğinden şaşmayan inatçı bir adam” olarak anılıyor. İktidarla başı hiçbir zaman hoş olmuyor. Yardım tekliflerini geri çeviriyor. Hazret-i Ali’yi çok seviyor ve yapayalnız bir adam olarak ölüyor.
Ebu Zer’i, Ebu Zer yapan üç özellik var: “Uzlaşmazlık, sosyal adaletçilik ve devrimcilik.”*
Peki, şimdi dönelim Hidayet Tuksal’ın sözlerine: Gerçekten, “bir kurtuluş ve/veya mücadele umudu olarak” Ebu Zer’lerin Türkiye’de ortaya çıkması mümkün mü? Üzerinde durulmaya değer bir soru bu.
Sayın Tuksal, “savaş karşıtı, küreselleşme karşıtı dindar gençlerin ortaya koyacağı bir devrimci ruh”tan söz ediyor. Dolayısıyla önerinin içinde çeşitli şartlar gizli Ebu Zer olmak için. Bu şartlara bakalım.
Birinci şart, genç olmak.
İkinci şart, dindar olmak.
Üçüncü şart, AKP’li olmamak. Çünkü küreselleşmeye ve savaşa karşı olmak gerekiyor.
Dördüncü şart, dünya ile kurduğunuz ilişkiyi para üzerinden konumlamamanız. Daha doğrusu, para üzerinden konumlanan ilişkilere düşman olmanız.
Beşinci şart, cesur olmak. Zira, “adaletsizliklerin hesabını soracak muhalif potansiyel” ancak cesaretle belirebilecek bir şeydir. Dolayısıyla Türkiye’deki çoğu cemaate bağlı (ya da üye) olan dindar gençlerin de yapabileceği bir iş değil Ebu Zer olmak. Zira, muhafazakarlık bir doku olarak sinmiş durumda cemaatlerin çoğuna.
Altıncı, yedinci ve sekizinci şartları zaten Ebu Zer’in kişiliğinde sıralamıştık: Uzlaşmazlık, sosyal adaletçilik ve devrimcilik.
Şimdi, bu şartlar doğrultusunda önce kendinize, sonra da çevrenize bir bakın. Ve “modern Ebu Zer” olabilecek insanları listeleyin. Kaç kişiler?
Ben kendi adıma bu listeyi yapınca Ebu Zer olabilecek, Ebu Zer olmayı göze alabilecek kimseyi bulamadım. Ve ilk okuyuşumda beni heyecanlandıran Sayın Tuksal’ın görüşlerinin “romantik” bir dilek olmaktan öteye gitmediğini / gidemeyeceğini anladım.
80’lerdeki patolojik İslamcılık, kendi içinden Fuat’ları, Selami’leri, Kemal’leri çıkarmayı başarabilmişti. Bir çeşit Ebu Zer olmak için yola çıkmışlardı ve Bosna’da, Tacikistan’da, Afganistan’da, Ebu Zer olmanın karşılığını almışlardı (ya da bakış açınıza göre bedelini ödemişlerdi de diyebilirsiniz). Vurulup düşmüşlerdi. Fakat 90’lı yılların ortalarından itibaren iktidar olan “light ve çapaklarından arındırılmış” İslamcılık, bunu başaramadı. Zira, pek çoğumuz sıramızı beklemeye koyulduk. Abdullah Gül’e gelen sıranın, Tayyip Erdoğan’a gelen sıranın, Erol Yarar’a, Akif Beki’ye, Osman Sınav’a gelen sıranın günün birinde bize de gelebileceği umuduyla yaşamaya alıştık. Umut beslemek, yaşam alışkanlığımız haline dönüştü. Oysa bilinen gerçektir: Umut beslemek “çarkın içine” girmektir. Kemal Sayar’ın ifadelerini araklarsak; “oy veren”,
“reklamlardan etkilenip bir şey alan” insanlar “küskün olma” şanslarını yitirmişlerdir. Oysa 20. yüzyılda Küba’dan İran’a, Şili’den Bosna’ya muhaliflerin tarihini hep küskün adamlar yazmıştır.
Belki de ben abartıyorum. Belki de tartışmamız gereken asıl mesele şudur: “Ebu Zer olmanın ne alemi var?” Öyle ya. Kendi elitini oluşturmuş, kendi müesseselerini kurmuş, kızlarını başörtüsüyle okuyabilsin diye Amerika’ya göndermeyi başarabilmiş İslamcıların yanında saf tutmak varken Ebu Zer olmak da nerden çıksın ki? Servet düşmanı mıyız? Yoksa komünist miyiz?
Bu sorular önemlidir. Bu sorulara verilecek cevaplar “yeşil ışığı” yakalamanın anahtarını verecektir bize. Çünkü Ebu Zer olmak, her şeyden önce keskin bir inancı, bir işe imza atarken herhangi bir dünyevi karşılık beklememeyi ve yalnızlaşmayı gerektirir. Bunu yapamayacağımıza göre, bence en iyisi Zeki Yamani’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın çocuklarına yaptığı düğünlere gitmenin bir yolunu bulmaktır. Bari ondan geri kalmayalım.**
*Meraklısına Not: Ebu Zer’i daha fazla merak edenler için Ali Şeriati’nin müthiş kitabı “Ebu Zer”i tavsiye ederim hararetle.
**Meraklısına İkinci Not: Tam yazımı bitirmişken bir tanıdığıma gelen bir davetiye ilişti gözüme. Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım’ın çocuğunun nikah davetiyesi. Yanında bir de kullanım kılavuzu verseler olacak şatafatlı bir şey. Kaba bir hesap yaptım. Sadece davetiye için harcanan para 20.000 YTL düzeyinde olmalı. Hakkıdır tabii. Çocuğu evleniyor. Fakat, Hidayet Tuksal’ın “mesaj veren esmer muhafazakar” tanımına da “cuk” diye oturuyor bakanımız. Önerim, tıpkı Michael Jackson’un yaptığı gibi “hastalık yüzünden beyazladım” diyerek yaptırdığı ameliyata mazeret bulmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder