18 Kasım 2011 Cuma

Stalker

Totaliter bir toplumda iz sürücü (stalker) olarak bilinen bir rehberin, bir yazar ve bir bilimadamını (fizikçi) herkesin isteklerinin kabul edildiği özel bir odası bulunan bölge’ye götürmesinin hikayesidir film. bölgeye sadece yazar ve bilim adamı gitmez filmin fazlasıyla gerçekçi akışı (ağır ve gündelik zaman dilimine eş) izleyiciyi de bölgeye götürür.
film fazlasıyla seyrek bir insan kalabalığının yaşadığı, sanayileşme sonucu bir çöplüğe dönmüş, insanların yüzünde umutsuzluğun kolayca okunabileceği (restoran’ın sahibi, trenin geçişi sırasında kapıyı açan adam), normal gündelik hayatını sürdüren insandan çok bu gündelik hayatı denetleyen inzibatların bulunduğu bir şehirde başlar.
şehirdeki/filmdeki tek mutlu karakter yazarın stalker ile buluştuğu noktada yazarla konuşan kadındır. dünyada hala ilginç bulduğu şeyler olduğu için mutludur. yazarla konuşmasında yazarın “sevgilim, dünyamız çok sıkıcı. bu nedenle, telepati ya da hayaletler ya da uçan tabaklar da yok ya da bunun gibi dünya kesin kanunlarla yönetiliyor ve çok sıkıcı.” argümanına verebilecek bir cevabı vardır: “bermuda şeytan üçgeni’ne ne diyeceksin? onu da mı reddedeceksin?” hayata tutunabileceği, yaşamını keyifli kılabileceği bir şeyleri vardır, ve bu yüzden bölge’ye yaşamı sürdürmek için umudun bulunabileceği bu yere gelmek istemesine rağmen götürülmez.
bu diyalog filmi baştan sona kat eden u/mutsuzluğun ne olduğuna dair fazlasıyla ipucu doludur, umutsuzluk yaşadığın şeylerin gerçek olduğunun farkına varmış olmaktır. hayali, imgesel olanı elinden kaçırmış ve bunun karşılığında salt gerçeklik içinde yaşayanlar bölgeye gitme ihtiyacı içinde olanlardır. zira, somut gerçeklikle mutlu olmak imkansızdır. yazarın restoranda antika eserler üzerine yaptığı konuşma neden somut gerçeklikten keyif alınmayacağına dair muazzam bir analizdir:
“müzede sergilenen antika bir çömleği düşünün. zamanında yiyecek artıklarını saklamak için kullanılıyordu. ama şimdi evrensel hayranlığın bir nesnesi. özlü örüntüsü ve biricik biçimiyle herkes oh’larla ah’larla izliyor! ve birdenbire hiç de antik olmadığı anlaşılıyor. dalgacı biri onu arkeologlara yutturmuş. sadece eğlence için. görüldüğü gibi tuhaf, hayranlık ölüyor.”
yazarın bu konuşması neden gerçeğin değil de, imgesel olanın mutlu kıldığı üzerine muazzam bir örneklemdir. (gerçekliğinin hiç de önemli olmadığı) ilk halinde vazo, insanlar için bir hayranlık nesnesi, onları mutlu kılan bir araç iken, vazo aynı vazo olmasına rağmen gerçekliğinin ifşa edildiği imgesel’in ortadan kalktığı durumda alelade bir vazodan başka bir şey değildir, kimsenin hayran olmadığı ilgiye değerbulmadığı bir vazodur. keyif ölmüş yerini gerçeğin soğuk rutinliğine bırakmıştır.
restorandan sonra yazar ve profesor dibine kadar gerçekliğe batmış dünyadan stalker’in eşliğinden kaçmaya çalışırlar, etrafta öylesine dolaşan tek bir kimse yoktur, görünen insanlar sadece görev başında olan tiplerdir. bu durum şehri fazlasıyla gerçekçi kılar. o kadar ki, izleyici dahi kendisini bir an önce şehrin dışına atmak arzusu ile doludur, gerçek ve rutin olanla bu kadar yüzleşmesi onun için dayanılmazdır. görevlileri atlattıktan sonra rayların üzerindeki bir araca bindiklerinde ve bölge’ye doğru yola çıktıklarında gerçek olan arkada bırakılmıştır. fakat gerçekten imgesel olana geçiş ilk anda algılanmayan bir şeydir, ve filmin (kasvetli halden çıkıp) renkli bir hal alması bir süre gerçeklikle yaşamaya alışan izleyici tarafından algılanmaz. (yönetmen bunu çok iyi başarmıştır, imgesele geçiş anından önce izleyici uzun bir süre yazarın kafasını görür/izler, mekandan bir süre uzak kalan izleyici bir an gerçek mekanın nasıl bir şey olduğunu unutur, imgesel mekana geçtiğinde gerçek mekanı hatırlaması biraz süre aldığından doğal olarak yeni mekanın farkına biraz geç varacaktır.)
imgesel mekan bütün canlılığıyla, yaşama sevinciyle karşılarındadır; kuşlar öter, hayvan sesleri duyulur, doğanın sesi kolayca dinlenebilir. stalker’in beraberindekileri bırakıp çayırların arasına uzandığı sahne imgesel olanın gerçek karşısında (mutluluk söz konusu olduğunda) nasıl da keyif verici olduğunu fazlasıyla ıspatlar. bu esnada stalker’ın elinde dolaşan minik böceği izlemek filmin en keyif verici anlarından biridir. fakat ortada bir gariplik vardır, iki bölge arasında böylesine muazzam fark varken, böylesine herşey ortadayken yazar ve profesörun kuşkuculuğu ile karşılaşırız. imgesel olanın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bir kuşkuculuktur bu.
stalker’in çayırlara yatmak için yanlarından ayrıldığı sahnede profesor bölgenin hikayesini yazara fazlasıyla gerçekçi bir üslüpla anlatır, neden sonuç ilişkisi bu anlatısında muazzam bir şekilde işler ve vardığı sonuç fazlasıyla ürkütücüdür: “kimbilir üzerine titredikleri ne tür bir zırvaydı?” bölge’de bütün dileklerin gerçekleştiği bir yerin olduğuna dair hayalin köküne bundan daha fazla kibrit suyu dökecek bir sonuç olamazdı. bölgeye dair bu ilk kuşku değildir elbet, yazar bunu daha önce açığa vurmuş, yolculuğa başlamadan önce konuştuğu kızın “fakat sen demiştin ki bölge üst bir uygarlığın ürünüdür” sorusuna “yine de sıkıcı olmalı” diye cevap vermişti.
bölgenin imgelerle fazlasıyla dolu olduğu stalker’ın bölgeye dair anlattıklarında açıkca görülür, bölgenin kurallarından bir adım dahi uzaklaşmak bölgenin lanetine neden olacaktır (kısa süre sonra anlaşılır ki bölgenin laneti, kurallarına uymayanları gerçeğin soğuk yüzüyle muhatap etmektir). sürekli yapılmaması gereken şeyler ve sorulmaması gereken sorular vardır, bunların yapılması halinde bölgenin büyüsü, imgeselliği kaybolacak geriye gerçeğin (aslında bölgede hiçbir haltın olmadığı gerçeğinin) soğuk ve katlanılamaz yüzü kalacaktır. tıpkı vazo örnekleminde olduğu gibi, bölgenin aslında normal alelade bir yer olduğunun farkedilmesi bütün imgeselliğini elinden alacaktır. bu yüzden stalker ısrarla rehberliği altındakileri bölgenin kurallarına uymaya davet eder.
yazarın stalker’in sözünü dilemeyip kendi bildiği yoldan gittiği ve odaya yaklaştığı sahnede bir ses duyulur “dur! kıpırdama”, oradaki hiçkimseye ait olmayan bir sestir bu. fazlasıyla ürkütücü, ve gerçeğe dibine kadar iman etmiş olan yazarı bile bir anda imgesel olana çeken bir ses. yazar bu sesi duyunca geri döner. bu ses imgesel olanın sesidir, yazarın bilinmeyen bir mekana doğru yaklaştıkça içinde hızla artan merakın ona dillendirdiği ses. orada ne olduğuna dair bilinmezlik ve bunun yol açtığı merak ve meraka eşlik eden stalker’ın anlatıları, korkular, yazarı durduran sese dönüşmüştür. yazar ilk kez imgesel olanı kabul eder ve geri döner. bu ses izleyicinin sesidir de. (tıpkı jacob’s ladder’daki “rüyana devam et” sesi gibi, filmin dışından belli belirsiz bir yerden gelmiştir)
fakat bu ses yazar için yeterli olmamıştır, ısrarla imgesele dahil olmaktan kaçar. ardından stalker’in sesinden (uzun bir alıntıyı hak eden) şu cümleleri dinleriz:
“inanmalarına izin ver. ve tutkularına gülmelerine izin ver. çünkü, onların tutku dediği gerçekte duygusal bir enerji değil, ruhları ve dış dünya arasında bir sürtüşme. ve en önemlisi, kendilerine inanmalarına izin ver. izin ver çocuklar gibi çaresiz olsunlar, çünkü güçsüzlük muhteşem bir şeydir ve güç, hiçbir şey. insan doğduğunda güçsüz ve uysaldır, öldüğünde ise, katı ve duyarsızdır. bir ağaç büyürken hassas ve esnektir, ama kuruduğunda ve sertleştiğinde ölür. sertlik ve güç, ölümün refakatçisidirler. uysallık ve güçsüzlük, varlığın canlılığının dışa vurumlarıdır. çünkü katılaşan hiçbir zaman kazanmaz.”
bilgi ve gerçek, inanmanın karşısında acziyetin ve çaresizliğin kaynaklarıdır. bunlar imgesel olanı ortadan kaldırıp, somut gerçekliği ürettiklerinden ölüm/ yani herşeyin sonu gelmiş demektir. stalker bu yüzden inanmaya sığınır, inanın ki imgesel “oyun”una başlayabilsin der beraberindekilere. böylelikle imgesel olana geçişin anahtarını verir: inanmak.
fakat yazar da, profesor de inanmanın çok uzağındadırlar, sorgulamalarına, imgeselin altını oyacak sorularına devam ederler. stalker bölge’deki en büyük kozunu oynar, bölgedeki en ürkütücü yola, tünele aralarında inanmaya en az eğilimli olan yazarı öncü olarak yollar. bilinçli bir tercihtir bu, kurada hile yaparak yazarın öncü olmasını sağlamıştır. tünelin getirdiği korkunun yazarın iman ettiği mantıklılığı (beraberinde getirdiği gerçekliği) elinden alacağını ve onu en mantıksız görünen şeyi bile kabul ettirebilecek inanmayla tanıştırabileceğini düşünür.
fakat stalker’in unuttuğu bir şey vardır, görmek aslında korkunun hiç de korkulası bir şey olmadığını anlamaktır, bu yüzden yazarın korkunun içinden geçmiş olması ona korkulacak hiçbirşeyin olmadığını tekrar tekrar kanıtlar. stalker’in her çabası başarısızlıkla sonuçlanır. odanın önünde beraberindeki inanmaları gerektiğine son bir kez uyarır, aksi durumda odanın hiçbir işe yaramayacağını belirtir: “eşikteyiz bu hayatınızdaki en önemli an. şunu bilmelisiniz ki en derindeki dilekleriniz burada gerçeğe dönüşecek. en önemli dileğiniz! istırabın doğuşu! bir şey söylemeye gerek yok. yalnızca yoğunlaşmalı ve tüm hayatınızı anımsamayı denemelisiniz. insan geçmiş hakkında düşünürken, daha sevecen oluyor. ve en önemlisi, en önemlisi, inanmak zorundasınız!”
fakat başaramaz, yazar tüm gerçekçiliğiyle karşısındadır: “senin içini okuyabiliyorum! insanlar umurunda değil! sadece para kazanıyorsun, acımızı kullanarak! para bile değil. kendini eğlendiriyorsun burada. her şeye gücü yeten tanrı gibisin burada. sen, ikiyüzlü alçak, kimin yaşayacağına ve öleceğine karar veriyorsun. düşünüyor! şimdi neden iz sürücülerin odaya girmediklerini anlıyorum. bu güçten, gizemden, otoritenizden zevk alıyorsunuz!”
bölgeden geri dönülür, rehberlik yapılanlar gerçeklikleriyle gittikleri yerden gerçeklikleri ile geri dönmüşlerdir. stalker hınç doludur: “kendilerini entellektüel sanıyorlar, bu yazar ve bilim adamları! … bir amaç için doğduklarını ve talep edildiklerini sanırlar! … böyle insanlar bir şeye inanabilir mi?” filmin sonu stalker’in kızının masanın üzerindeki 3 bardağı izleyişi ile biter. kırmızı sıvı dolu bardak profesorü temsil eder, içinde garip nesneler bulunan kavanoz yazarı, büyük ama boş olan bardak ise stalker’ı.. masanın üzerinde hepsi hareket halindedir, fakat masadan düşen en son harekete geçen olmasına rağmen büyük bardaktır. stalker imgeselini kaybetmiştir.
sinema tarihinin en büyük entelektüalizm eleştirisidir film, pozitivizmi yerden yere vurur, hayatın bütün tadını elden alan kötü bir lanettir, gerçek arayışı içinde boğulan ve gündelik hayatı bir karabasana çeviren entelektüelizme reddiyedir. her keyifli/ilginç/heyecan verici olan şeyin makul bir açıklamasını bulmaya çalışan, açıklandıktan sonra tüm keyfi ortadan kaldıran bir lanet. en nihayetinde, sovyetlerde fazlasıyla etkisini gösteren entelektüalizmin muazzam bir eleştirisidir.

Kaynak:Ekşi sözlük yazarı> 24 Saat Uyuyan Adam 
https://eksisozluk.com/stalker--35789?focusto=14660993

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder