Bu ülkenin tarihsel şanssızlığı, diğer topraklardaki fosillerin petrole dönüşerek ekonomik zenginliğe katkı sağlaması ama bu topraklardaki fosillerin aktif politikaya devam etmesi ya da gazetelerde köşe yazarlığı yapmasıdır. Bu fosillerin takvimleri hiç bir zaman 1980 yılının ilerisine gitmemiştir. Ne politik olarak ne de ekonomik olarak 1980 sonrasında olanları anlayamamışlardır. Ya da daha doğru ifade ile algılayamamışlardır, ne kapasiteleri, ne eğitimleri ne de vizyonları buna müsait değildir, olamamıştır.
Örneğin bu dinazorlar hem ithalatın ve cari açığın yüksek olmasından yakınmaktadırlar hem de benzin fiyatlarındaki vergilerin indirilmesini istemektedirler. Yine bu fosiller cari açık=döviz açığı diyebilmekte, ama 2002’den beri cari açık (yani döviz açığı) verirken Merkez Bankası’nın döviz rezervinin nasıl arttığını açıklayamamaktadırlar. Yüksek faiz ile iç talep balonu oluştururlar. Talep balonu ile talebin arzdan fazla olmasını aynı şey zannederler. Gelir etkisi (income effect)’den habersizdirler, ya da öyle davranırlar.
Yine aynı fosil grubu “enflasyon önemli değildir, önemli olan cari açıktır” gibisinden saçma sapan zırvaları kolayca söyleyebilmektedirler.
Bu grup hala 70’lerde 80’lerde kaldığı için küreselleşmeyi anlayamamışlardır, dolayısıyla her türlü sermaye hareketi karşısında dilleri tutulmakta eciş bücüş olmaktadırlar. Gözleri kurdan başka bir şey görmez. İthalatı hala devletin yaptığını zannedip cari açık meselesinin devlet/hükümet tarafından halledilmesi gerektiğini düşünürler. Bu kesimin dini imanı (ve maaşları, ve çoğunluk yatırımları, ve ekonomi anlayışları) dolar üzerine kurulu olduğu için gözleri dolardan başka bir şey görmez.
Kriz sevdalısıdırlar. Kriz de zaten doların artması demektir. Ekonominin büyümesi ya da küçülmesi kriz endikatörü değildir. Cari açık sorununa tek çözüm önerileri dolar kurudur. Onlara göre doların lira karşılığı artarsa ihracat artacaktır, çünkü küresel rekabet anlayışları ancak bununla sınırlıdır. Verimlilik denen şeyden bihaberdirler. Zaten rekabeti de sevmezler. Devlet üretsin, devlet şunu yapsın devlet bunu yasaklasın zihniyetinden başka bir şey bilmezler. Benzer şekilde, dolar artınca ithalat da azalacaktır, cari açık sorunu çözülecektir. Hem bu ülkenin sermaye açığı olduğunu söylerler, hem dışarıdan gelen her türlü sermayeye karşı çıkarlar.
Her şeyi devletten bekledikleri için (artık kafalarında devlet anlayışı nasılsa) kedisi köpeği hastalansa devletten bilirler (örnek Kuş gribi). Fiyaskoyla sonuçlanan Devlet Planlama dönemi (her şeyin, özel sektör yatırımlarının bile devlet tarafından belirlendiği dönem) onlar için Asr-ı saadettir. Serbest piyasa denince anladıkları başıboşluk, kuralsızlıktır. Özel sektör borcu ile kamu borcunu ayıramamaktadırlar. Mutlak değere bakıp analiz yaparlar. Matematikleri boktan olduğu için daha derinine kapasiteleri yetmez. Zaten bu ülkenin diğer şanssızlığı da aritmetiği matematik zannetmesidir. Matematikleri yetersiz olduğu için de analiz zafiyeti bulaşıcı durumdadır. Matematik yetersizliğini üniversite sınavlarında ortalama matematik doğru cevaplarına bakarak anlayabilirsiniz. (Kilit kelime “ortalama”).
Her türlü felaket haberi ile zil takıp oynarlar. Ekonomiye bakış açıları Orhan Gencebay’ın iki şarkısı ile sınırlıdır: “Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum” ve “Ya evde yoksan?” (Bu tespit bana ait değildir). İşlerin iyi gitmesinden, ekonomik görünümün olumlu olmasından rahatsızlık duyarlar. Ekonomide yaşananlar ise gün be gün onların ezberini bozmaktadır ama umurlarında değildir.
Örneğin, ham petrol ithalatı 2006’da Ocak-Mayıs döneminde ton bazında yüzde 9 düşmüştür (geçen yılın aynı dönemine göre). Ama dolar bazında yüzde 28 artmıştır. (benzer durum 2003’ten beri var). Yine aynı dönemde mineral yakıt ve mineral yağ ithalatı 7 milyar dolardan 11 milyar dolara çıkmıştır. Dış ticaret açığı da 16 milyar dolardan 22 milyar dolara çıkmıştır. Ama bunu görmezler ya da görmek istemezler. İthalatın neden arttığı umurlarında değildir çünkü. Ancak tek bildikleri dış ticaret açığı, ya da cari açık artıyor diye ağlamaktır, şikayet etmektir. Bir de benzin zammından ağlaşırlar. Eğer cari açığı azaltmak istiyorsan petrole yeni vergi koyacaksın, ki kullanımı (talep) azalsın bu bir. Benzin üzerinden vergiler kaldırılırsa benzin ithalatı azalmaz, artar bu iki. Bu petrolü de devlet ithal etmiyor, yani parasını devlet ödemiyor bu üç. Bireylerin vergi ödemediği bir ülkede kimsenin yüksek vergilerden şikayet etme hakkı yoktur bu da dört.
Biz göremeyiz ama, bu fosiller bir gün petrole dönüştükleri gün ülke iki yönlü kazanacaktır. Birincisi yorumcuları cahil ve kötü niyetli olmayacak. Diğeri, ülke bu kadar petrol ithal etmek zorunda kalmayacak. Hoş, bir ihtimal daha var: Ya o günlerde petrol artık değersiz bir madde haline gelirse? Yandık o zaman. Demiştik ya: “Ya evde yoksan?”
Son olarak, Ekşi sözlükten bu şarkıyla ilgili bir alıntı:
“aklımı başımdan alan bir şarkıdır bu benim. sözleri açısından tabii. yani, adam bu kadar plan program yapmış. neredeye bütün hayatının anlamının o kişinin evine gitmeye kurmuş. ama küçük bir pürüz var: ya evde yoksa? allahım. o kadar sürünmüşsün sokaklarda. bakkaldan filan bir telefon ediver bari gitmeden, “evdeysen geliyorum” diye. telefonu açan olmazsa gitmezsin sen de, böylece kapının önüne geldiğinde “ya evde yoksa?” tribi yaşamazsın. ha, diyelim ki telefon olayı ters. e canım, gittin evde yok. nereye gitmiş olabilir? bakkala ya da komşuya filan gitmiştir. yarım saat beklersen gelir. ha, asıl kaygı duyduğun mesele o şahsın şehri terketmesi ya da uzun bir süre bulunmaması ise yine acayip bir durum var. o zaman mesele bahsigeçen kişinin o an evde olmaması değil, hayatını değiştirmiş olmasıdır ki, sen bunu bilmediğine göre zaten o hayatın içimde yoksun demektir.”
Kaynak:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder