3 Ocak 2018 Çarşamba

Babylon

- Hamamı surların üstüne yapmak yerine suların üstüne yapsalar daha iyi olmaz mıydı?
- Efendim?
Metrobüs körüğüne yakın asılı duran LCD’yi göstererek;
- Hamam surlar üstüne kuruluymuş. Arabacılar Hamamı... Spa da varmış.
- ...?!!??!
- Diyorum ki hamamı neden surların üstüne kurmuşlar ki? Hayır, kurulabilir tabi ama bu övünülecek bişey mi? Anladık reklam... Anladık hedef kitlen metrobüs yolcuları... Ama bu bi hamamın özelliği olabilir mi? Ben olsam suların üstüne kurar reklamı da öyle yaparım. "Arabacılar Hamamı.. Suların üstüne kurulu hamamımız bay ve bayan bölümleri ile hizmetinizde. Üstelik sular üzerine kurulu olduğundan asla su sıkıntısı çekmeyeceksiniz. Suyu bol buldunuz, yıkanın… Arabacılar hamamı..." Bilmem ne sokak, numara 27, Fatih İstanbul.
- Yani?
- Yani hamamda en çok su tüketiliyo. Su hamamın hammaddesi… Hamamda su tüketilir, sur tüketilmez ki. Surların üstüne kurdun da noldu yani. İş mi... Sana ne faydası var? Peki bir tüketici olarak bana ne faydası var? Sur hamam seçiminde bir kriter olabilir mi? Benim olmaz. Mesela bi hamama gidecek olsam hamamda sur var mı aramam, su varmı onu ararım. Suru yok diye hamama gitmemişliğim yok ama evde su yok diye hamama gittim. Örnek olsun diye şeyettim bunu... Hem işletmeci olarak senin için de iyi olan bu. Suyun üstünde olduğundan çek suyu ver hamama. Maliyeti düşürürsün.
- Hamam reklamı mı vardı burda?
- Evet
- Görmedim ben.
- E geçti hemen çünkü. Bakmadın ki! Ne anlatıyoruz burda!

Babylon Bomontiye gideceğim, Mecidiyeköy’de inmeliyim. Sonra metroyla Osmanbeye geçer taksiye atlarım. Aşağı yukarı 10 lira tutar. 

Taksiye binmeden kafamı eğerim, şoförle göz göze gelip sigarayı gösteririm. Konuşmadan; “Sigaram var ve yeni yaktım.. Şoför, sigarama iyi bak, bu gördüğün içtiğim en lezzetli sigara, çektiğim her nefeste dumanı ayak parmaklarımda hissediyorum. Yer çekimini yeneli epey olmuş. Ayak parmaklarıma ulaşan sigara dumanı bulutlara dönüşüyor. Bulutlar üstündeyim. Osmanbey bugün amma kalabalık, insanlar üstüme üstüme yürüdü. Aralarından ustalıkla sıyrıldım da geldim sana. Peynir yuvarlama festivalinde peynir kovalayan Hollandalı gibi peşinden koştum senin. Takıldım sarının peşine. Doğulusun biliyorum, çünkü gerçek Kürtler sarışın olur. Gerçek taksiciler de kürt olur. Halden anlarsın sen. Sigaramla binmek istiyorum sana. Beni kabul eder misin?” diye sorarım. 

Konuşmadan cevap verir doğulu şoför; “Halden anlarım. Bin çabuk, nerde olmak istiyorsun söyle. Şüphesiz seni olmak istediğin yere götürecek olan ancak benim.” Sigaralı müşteriye teşne doğulu şoföre kanım ısınır ama yol boyu ağzımı açmam. Yanlış bir şey söylemekten korkarım. Geleceğim yere gelir inerim. Saat geç. Omar Souleyman’ın sahnesi bitmiştir. Tam ben ulaştığımda Nusaibin çıkar.

Harika, tüm detayları planladım. Gelecek 20 dakika boyunca ne yaşayacağımı biliyorum. Bu öyle bir his ki gelecek 20 dakika boyunca ne yaşayacağımı değil ne yaşadığımı biliyorum demek daha doğru.

Mecidiyeköy’de inmeliyim. Ne tesadüf tam da Mecidiyeköy’deyim. İndim. Elim istemsizce cebimdeki sigara paketine gitti. Zor durdurdum kendimi. Durdurdum çünkü henüz Osmanbey’de değilim, taksi aramıyorum.

Dilim damağıma yapışıyor. Dilim hiç kullanılmamış bulaşık süngeri kadar katı ve kuru. Suyun altına sokup emsin istiyorum suyu. -Üç, beş yıkamadan sonra iyice kendini bırakır sünger, artık yumuşacıktır.- Yumuşacık olsun istiyorum dilim. En son ne zaman su içtim hatırlamıyorum.

Hamidiye su makinesi gördüm sanki. Dokundum, gerçekten var… Cebimden 2 lira çıkarıp attım içine makinenin, 2 küçük içi dolu yaramaz su şişesi düştü hazneye hemen, gerçekten düştü. 

Önce birini aldım, diğeri haznede içilmeyi beklerken ordan ayrılmadım. Makinenin başında şişeyi apazlayarak içindeki suyu tek seferde fışkırttım içime. Tazyik damağımı yumuşattı. Dilim artık ağzımın içinde daha rahat hareket ediyor, dilim nemli… Derhal apazlanmayı bekleyen diğer yaramazı alıp boşunu hazneye bırakıverdim. Yeni yaramazı içerken dudağımın kenarındaki boşluklardan yol bulan damlalar döküldü. Artık montum da damağım gibi ıslak. 

Yarısına kadar içtim Hamidiye’mi. Susuzluğum bitmiş değildi ama bitsin de istemiyordum sanki. İşte tam da bu yüzden yarısını bıraktım, içmedim. Şişeyi üzerinde durduğum zemine kusursuz ölçüde paralel tuttum, açı sıfır. Kapak ise yaklaşık 20 derecelik bir açı ile kapatmayı beklediği şişeye bakıyor. Bu vaziyette kapağı birkaç tur şişenin ağzında çevirdim. Haliyle kapak tam kapanmadı. Kapağı çıkarıp açısını düzeltip yeniden çevirerek tam kapatabilirdim. Yapmadım.

Metrobüs durağından çıkıp, Mecidiyeköy metrosuna doğru ilerledim. Zira bir sonraki hedefim metro ile Osmanbey’e geçmek.

Yürürken;


  • Açı farkı sebebiyle tam oturmayan kapak su kaçırmaya, elimdeki şişeden yere su dökülmeye başladı. Yolları ıslayan bir itfaiye eri gibi metroya ilerliyorum.
  • Hava soğuk, montumu boğazıma kadar çekiyor, başımı biraz öne eğip açıkta kalan ağzımı soğuktan korumak için montun yakası içine sokuyorum.
  • Ellerim de üşüyor. Sağ elimde sokak sulayan, apazlandığı için formu bozulmuş su şişesi var. Cebime sokamam, sığmaz. Asimetri saplantısıyla boşta olmasına rağmen diğer elimi de cebime sokmamam gerektiği hissine kapılıyor, bunun yerine montumun kolunu uzatıp elimi içine gizliyorum. Yalnızca birkaç parmağım görünüyor ucundan. Arada elimi yumruk yapıp ağzıma götürüyor, hohlayarak ısıtıyorum avuç içimi.
  • Gözlerim tüm ani hareketlere duyarsız, hedefine odaklanmış bir kan çanağı kırmızısı… Göz kapaklarım tüm vücut ağırlığımın iki katı ağırlıkta nerdeyse.

Bu vaziyette azıcık ötedeki trafik ışıklarına varıyorum. Yayalara kırmızı, araçlara yeşil yanıyor. O da ne ışıklarda klonlarımı görüyorum adeta. Müşteri bekleyen cam silicileri… Ellerinde birer su şişesi, boştaki elleri kıyafet kollarının içinde, başları öne eğik, gözler baygın fakat ateş çemberi…  Domuz avlayan köylünün domuzun atış menziline girmesini sinsice beklediği gibi bekliyorlar araçlara yanacak kırmızıyı.

Ben ise beklemek niyetinde değilim. Gideceğim yöne doğru, akan trafiğin tersine yandan yürümeye başlıyorum. 5-10 adım sonra yanıyor kırmızılım. Karşıya geçmek için müthiş bir fırsat, Kırmızı ışıkta duran ilk araçtan 4 araç daha ilerdeyim. Dalıyorum araçların arasına, zigzaglar çizerek ilerliyorum yolun karşısına.

Bir şey dikkatimi çekiyor. Yanından geçtiğim camı açık araçlar derhal camlarını kapıyor, kapılarını kilitliyor… Göz göze geldiğim şoförlerin yüzlerinde korkuyu, tedirginliği seziyor ancak anlam veremiyorum. Biraz sonra geldikleri yönde bir kaza oldu galiba diye düşünüyorum. Yüzlerine yansıyan korku bu yüzden… Açıklamam beni tatmin ediyor.


Artık karşıdayım. Sonrasını ise hatırlamıyorum.