14 Ekim 2018 Pazar

Closed-Loop Communication

https://www.youtube.com/watch?v=3lheUJI3MJ8

Closed-loop communication is a communication technique used to avoid misunderstandings. 

When the sender gives a message, the receiver repeats this back. The sender then confirms the message; thereby common is using the word “yes”. When the receiver incorrectly repeats the message back, the sender will say “negative” (or something similar) and then repeat the correct message. 

If the sender (person giving the message) does not get a reply back, she must repeat it until the receiver starts closing the loop. 

To get the attention of the receiver, the sender can use the receiver's name or functional position, touch his or her shoulder, etc.

10 Ekim 2018 Çarşamba

Pizzeria Al Dente / Yusuf Akbal

Güney Amerika’nın Cape Town kentinde başladı..

Oraya gitmiştim kalma amaçlı, bir arkadaşım vardı orda, onu ziyarete gitmiştim. Uygun görürsem de kalacaktım. Öyle cadde boyu yürürken bir gün doğal olarak karnım açtı, açıktım bir yerde yemek yeme ihtiyacı duydum. O zaman Türkiye’de pek pizza kültürü yoktu, ben de tam anlamıyla bilmiyordum. Restoranta girdim, ilginç geldi, dekoru hoşuma gitti. Ve orda PİZZERİA yazısını okumuştum o zamanlar. Ve pizza istedim ama ne isteyeceğimi de daha doğrusu bilmiyordum.

Orada ki diyaloğumu hala hatırlıyorum, çünkü garson kız bana seçenekler sunmuştu. İngilizce olarak iyi kötü anlıyordum, ama yani  pizza kültürünü bilmediğim için hatta garson kızdan rica etmiştim:  “Siz ne seviyorsunuz” diye sormuştum, o da bana yardımcı olmuştu. Peki ondan yiyeyim dedim..

Ve ilk öyle tanışmıştım. Bu 91 yılındaydı. Ama bu biraz, bir sevgili gibi oldu tanışma.. Hani birisiyle tanışırsınız, aklınızda hayalinizde yoktur ama mücadele edersiniz, yıllarca başka işlerle uğraşırsınız. Sonra bir gün, on yıl sonra dönersiniz, o kişiyle tanışırsınız belki de aşık olursunuz. Benim hikayem de ona benzer.

Daha sonra bundan on-on dört yıl kadar önce Avusturya maceram oldu, oraya gittim, orada kalmaya başladım. İki aylık üç aylık dönemlerde orada ki pizza kültürüyle tanıştım, sonra aklıma Güney Afrika geldi. Ve buradaki arkadaşlarla biraz samimi oldum. Çoğunlukla, şu an bulunduğum bölge itibariyle, söylüyorum Avrupa’da şiteeamart denilen bölgesinde; pizza ve döner olayı çok yaygın ve hemen  hemen pizza da Türklerin elinde, onlar yapıyorlar bu ürünü.

Oradaki arkadaşlarla konuştuğum zaman bana pizzayı anlattılar, merak ettim. Orada mutfağa girmek de biliyosunuz sorun.. Ben turistik amaçlı gidiyorum, istediğim zaman mutfağa girip pizzayı sorgulama hakkında sahip değilsiniz. Çünkü uzakta durmanız gerekiyor, ürüne elinizi süremiyorsunuz. Sadece gözlemleyebildim, takip edebildim, bana pizzanın inceliklerini anlattılar.

Hatta bir gün bir diyaloğum oldu, neden bu kadar kaşarı biraz daha abartmıyorsunuz diye sordum. Ne de olsa bizde pide kültürü var, peynirli pideye aklım gitti. Arkadaşım da ne demek istediğimi anladı, bana espriyle tamam dedi, senin istediğini yapayım dedi, ne kadar istiyorsun? Ben dedim ki yani kaşarı biraz daha arttırabiliriz. Bu dedi olması gereken kaşar, bu da dedi senin arzu ettiğin kaşar, aynı ürünü koyalım ikiye bölelim, piştikten sonra yarısından bir yersin, bir de bundan yersin ne demek istediğimi anlayacaksın. o zaman hatamı anladım.

Bunda çok aşırı olmamak kaydıyla, çok da az olmamak kaydıyla tadında ayarlamak gerekiyor. Yani çok yoğun bir kaşar, çok yoğun bir malzeme de yerken insanı tıkıyor. Ne de olsa bu bir hamur, ne kadar güzel olursa olsun bir tıkanma yapar. 

Tabi bunun ürün kalitesi de çok önemli, bunu İtalyan ustalarla da konuştum, İtalya’ya geçip. Bana ürüne saygı duymamı söylediler. Yani hamurumuz iyi olabilir, tadı güzel olabilir, kişiden kişiye de değişebilir, ama ben çoğunluğu baz olmak zorundayım. Şu an bizim yapmak istediğimiz pizzanın kültürü de budur, tadı da budur..Bunun çok ince hamurlu olanı da vardır. Biraz daha kalın olabilir. Ama benim gördüğüm, benim olduğum bölgede İtalyan ustaların zamanında Avusturya’ya girip öğrettikleri pizza budur. Ben de  bu ayarı değiştirmek istemiyorum, çoğunluk da bunu tercih eder.

Ben sadece görsellere bakıyorum, pizzayı icat eden ben değilim. Sağ olsun arkadaşlar yapmışlar vatandaşlar, İtalyanlar. Sonra Türkler bunu eline geçirmişler o bölgede. Ben o arkadaşlar vasıtasıyla bu işi öğrendim. Şu anki ustamız da Avusturya’da 8 senedir pizza ile ilgilenen, kürekçilik yapan, pizza küreği kullanan arkadaşımız bu konuda çok iyi. Onun da buraya gelmesiyle ben de çok rahatlamış oldum.

Bizler de pizza yapabiliyoruz, ama ustaya ustalık derecesinde saygı duyuyorum. Çünkü pizza yapmayla usta olunmuyor. Bunun belirli bir süre ve zamana ihtiyacı var. Yani ben size pizza yapabilirim ama sizin gibi 20 kişi bir grup gelirse buraya esas ustalık orada konuşulur; “Ustanın heyecanlanmadan, seri halde o pizzaları atabilmesi lazım.”

Bir de bu taş fırında piştiği için bunun özel biraz emek ve yetenek gerekiyor, çaba sarf etmek gerekiyor. Buhar sistemi olmadığı için yani bir tarafa koyup altına herhangi bir tepsi, saç koyup öbür taraftan çıkmıyor. Taşın sıcaklığına göre pizzayı çevirmeniz atmanız ve küre atmanız gerekiyor, çıplak hamuru üzerinde bir ağırlık oluşuyor. Çıplak olduğu için hamur o ağırlığı alıp, o şekli hiç bozmadan aynı şekilde taşın üzerine bırakmanız gerekiyor. Küreği çekerken bozmamanız sarsmamanız gerekiyor.

Yani pizza kültürüm, olayım böyle başladı…

 

7 Ekim 2018 Pazar

Zihnaltım

Zihnaltımdan çıkardığım bir hatıra.. 

Belki 3 belki 6 yaşımdayım. Konuşabiliyormuyum, ne kadar konuşuyorum hatırlamıyorum. Annemin köyündeyiz. Annemin ablasında.. Halam diye biliyorum ben. Ama Teyze oluyormuş doğrusu. Ama biz hâlâ Hala diyoruz.

Islak ıslak öpmüştür beni kesin, hatırlamıyorum. Öpeceği yanağımı omzuma yapıştırmışımdır muhtemelen, hep öyle yapardım. Kafamı tutup, ayırıp omzumdan öpmüştür kesin. Seviyor herhâlde.

Sonra muhtemelen somyanın köşesine bacaklarımı kırıp oturmuş tavana yakın asılı televizyona bakmışımdır muhtemelen. Çok hatırlamıyorum bu kısımları. Uydu bağlıydı köyde.. Öyle yukarı koyarlardı köylerde televizyonları. 

Halam yere “çocuklar için” ufak sofrayı kurmaya başladığı andan itibaren hatırlıyorum. Çay tabağına kesilmiş domatesler, salatalık, kabuklu köy ekmeği, su bardağında çay.

Tabaklar da gelince Halam dedi ki sofraya inin. Sofraya inişimi hatırlıyorum. Erişte varmış. Köy makarnası yani.. Üstünden duman çıkıyor, muhtemelen önceden yapılmış, biz çocuklar için tekrar ısıtılmış. Sofrada kaç çocuk vardı hatırlamıyorum. Ben ve ablam dahil 4 ya da 5’dir herhâlde, hatırlamıyorum.

Erişteleri yerken sofranın yanında Halamın yerdeki başka bir sofra bezinin üstünde, taşla ceviz kırdığını gördüm. Kırdığı cevizleri ayıklıyor pembe bir plastik kaba koyuyordu. Çok sürmedi diye hatırlıyorum. Kalktı, benden başlayarak dairesel bir hareketle sofradaki tüm çocukların eriştelerine, eliyle daha da üfeleyerek cevizleri dağıttı. Tavuk yemler gibi yemledi. Besledi bizi.

Çok lezzetli hatırlıyorum o yemeği.