29 Mayıs 2013 Çarşamba

The impacts of International Portfolio Investments on İstanbul Stock Exchange Market

ABSTRACT
The aim for this study is to investigate the role of international investors during 
the financial crisis in 2001. The impacts of two basic investment strategies of 
international investors on Istanbul Stock Exchange had been analyzed during the crisis 
and after crisis period that is between 2001-2004. These investment strategies are 
positive feedback trading and herding. Previous researches have revealed that foreign 
investors are more successful in timing of buying and selling securities. In addition, there 
is too much discussion about herding behaviors of the institutional investors. Main data 
of this study is the monthly stock positions of 455 active financial institutions that are 
provided from Istanbul Stock Exchange, Takasbank and Finnet Financial Information 
Company. The findings revealed that the foreign investors was engaged in negative 
feedback trading activity that was stabilized the financial market during the crisis, 
whereas domestic investors caused the instability in markets by engaging in positive 
feedback trading. The second outcome of the study was related with the herding 
behavior of investors. It is found that the both of investor groups have been participated 
the herding behavior in the market not only in the peak period of the crisis but also post 
crises periods. 

Tamami icin Kaynak:http://dergi.sayistay.gov.tr/icerik/der77m6.pdf

22 Mayıs 2013 Çarşamba

LIBOR

Libor; kredibilitesi yuksek bankalarin, borc verme islemlerinde uyguladiklari faiz oranlarinin kirpilmis ortalamasidir(trimmed mean).Thomson Reuters sirketi her gun duzenli olarak katilimci bankalardan topladigi bilgileri isler ve saat 11:00'de yayinlar. Sirket katilimci bankalara her gun su soruyu yoneltilir: “At what rate could you borrow funds, were you to do so by asking for and then accepting inter-bank offers in a reasonable market size just prior to 11 am?” 

Trimmed mean
Katilimci bankalarin veridigi oranlar en yuksekten en dusuge dogru siralanir, olusan listede max. ve min. oranlar listeden cikarilip geriye kalan oranlarin ortalamasi alinir.

Libor, piyasalarda bir referans faiz orani olarak kullanilir. 

Baz puan nedir?
1 baz puan=0,0001 
Virgulden sonraki 4. sifiri ifade eden baz puan faiz oranlarinda yuzde 1'in altindaki hassas degisimleri gostermeye yarar. 100 baz puan ondalikli olarak 0.0100 seklinde gosterilir ve bu %1 demektir.

Libor+Baz puan
Krediler, odenen faizin degisken ve sabit tutarli olmasina gore ikiye ayrilabilir. Libor+baz puan ise bir bakima yari degisken yari sabit faizi ifade eder. Libor kismi degisken, baz puan kismi ise sabit faiz oranina isaret eder. 

2011 yili basinda ev almak icin bankadan Libor+250(Libor+%2.5) faizle kredi cektigimizi dusunelim. Ve faiz orani da her yilin ocak ayi sonunda guncelleniyor olsun.Bu durumda:
2011 Ocak 31, Libor=%3 ise odeyecegimiz faiz orani %5.5 
2012 Ocak 31, Libor=%4 ise odeyecegimiz faiz orani %6.5 
2013 Ocak 31, Libor=%2 ise odeyecegimiz faiz orani %4.5 olacaktir..

9 Mayıs 2013 Perşembe

STK’lar ve Sürdürülebilirlik


STK’lar , gönüllülük esasıyla çalışmak üzere biraraya gelmiş insanların resmi organlardan bağımsız olarak; sosyal, kültürel, hukuki ve diğer başka çevresel amaçları doğrultusunda ortak eylem ve fiillerin gerçekleştirildiği kuruluşlardır.

STK’lar resmi organlardan bağımsızdır. Bu bağımsızlık STK’lara birbirinden farklı, geniş kitlelere dokunma, iletişebilme olanağını sunar.Bu bağımsız olmanın bir getirisidir. Fakat aynı şekilde bağımsız olmak, resmi organlarca desteklenmiyor olmak bu kuruluşlar için sürdürülebilir olmayı zorlaştırır. Zira STK’lar kar amacı gütmez ve gelirlerini yalnız bağış ve üye aidatları ile sağlarlar. Bu bakımdan STK’ları ayakta tutan tek şey insanların bu kuruluşlara olan güveni ve iş yapabilme inancıdır. Çünkü hiçkimse güvenmediği ve iş yapabileceğine inanmadığı bir kuruluşa parasını vermeyecektir.

İşletme biliminde kar amacı güden işletmelerin geleneksel amaçları; Kar etmek, Topluma hizmet etmek ve Hayatta kalmak(sürdürülebilirlik) olarak görülür. Bir işletme kendisi kar elde ederken topluma da kar sağlamayı amaç edinir. Başaramaz ve topluma fayda sağlayamaz ise o toplum içerisinde daha fazla hayatta kalamayacak, yok olacaktır. Bu bakımdan topluma hizmet etmek kar amacı güden işletmeler için ''amaç formunda bir araçtır''. Bu, sürdürülebilir olma amacına hizmet eder. Topluma olan maliyeti, sağladığı hizmetlerden daha ağır olan fakat hayatta kalmayı başarabilmiş işletmeler de mevcuttur. Bu bize sürdürülebilir olmanın tek koşulunun topluma fayda sağlamak olmadığını gösterir. Çünkü işletmeler sürdürülebilirlik için iletişim, reklam ,topluma sağlanan faydaların abartıldığı-toplum zararına faaliyetlerin gizlendiği tanıtım faaliyetlerini de kullanırlar. Ve başarılı olursalar bir şekilde hayatta kalırlar.

Kar amacı gütmeyen kuruluşların ise üç değil iki amacı vardır; Topluma hizmet etmek ve hayatta kalmak. Kar amacı güden işletmeler için topluma hizmet etmek türev bir amaç iken bu kuruluşlar için birincil amaçtır. Kar güden işletmeler için tehlike; kara odaklanıp topluma hizmet amacını unutması ve bu yolla yok olması iken. Kar amacı gütmeyen işletmelerin tehlikesi ise topluma hizmet etmeye odaklanıp sürdürülebilirliği unutması ve bu yolla yok olmasıdır.

Sorun bir zihniyet sorunudur. Evet ortada bir sorun vardır. Birçok STK amaçları arasında denge kuramaz ,tek amaç olarak topluma hizmet etmeyi belirleyip işin mali boyutu için çaba sarfetmez. Kar amacı gütmeyen bir kuruluşta para konuşmak, hesap kitap yapmak, gelir kaynağı yaratmak kötü karşılanır. Zihniyet ‘’Biz burada para için çalışmıyoruz’’dur!  Sonuç: kendi yağıyla kavrulamayıp ekonomik acziyete düşen ve yok olma tehlikesi ile karşılaşan STK’lar ortaya çıkar. En son ve acı örnek Tüketiciler Birliğidir. 1997 yılından bu güne tüketici haklarını savunma ve tüketiciyi bilgilendirme konusunda bir çok hizmette bulunmuş bir dernek genel merkez ofisinin kira giderini dahi karşılayamaz olmuştur.  

Evet, sorun bir zihniyet sorunudur,kar amacı gütmeyen kuruluşa bakış hatalıdır. STK’lar kar amacı gütmezler fakat gelir amacı güderler. Topluma hizmetin sürdürülebilmesi için kuruluşa gelir kaynaklarının yaratılması gereklidir.

Bu noktada STK’ların gelir kaynaklarının bağış ve üye aidatları ile sınırlı olduğunu hatırlamakta fayda var. Gelir kaynağı yaratmaktan kastım üzerinde derneğin logosu olan tişört satmak, seminerlere girişin ücretli olması vb. değil.Üye aidatı toplama sürecinin etkinliğinin artırılması, Dernek faaliyetlerinin reklam ve tanıtım faaliyetleri ile topluma aktarılması ve bu sayede potansiyel donörlerin kazanılması, bağış yapacak donörlere derneğin etkin şekilde tanıtımı ve bu donerlerin derneğe bağlılık hislerinin kuvvetlendirilmesi, bağış yapma kanallarının sayısının artırılması ve bağış yapma süreçlerinin basitleştirilmesi derneğin gelir yaratma çabalarına yardım edebilir.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Sivrisinekler yürür mü?

http://www.youtube.com/watch?v=3dx8aLDJrAY&feature=player_embedded
Youtube'da denk gelip izlediğim bu klip’ten sonra sivri sinekler hakkında bir takım incelemelerde bulundum. Gelin inceleme sonuçlarıma  birlikte göz atalım.

İncelememe sivri sineğin bitişik mi yoksa ayrı mı yazıldığını araştırmakla başladım. Cevabı, "www.imlaklavuzu.net"de buldum. Sivrisinek bitişik yazılır, zorlasan sivri’sinek olur ama benim yukarıda yaptığım gibi ayrı yazılmaz.

TDK sözlük  ‘’Çift kanatlılardan, insan ve memeli hayvanların kanıyla beslenen, birçok türü bulunan ve bir türü sıtma mikrobu aşılayan, sulak, bataklık yerlerde çok üreyen ve bulaşıcı hastalıkları yayan uçucu böcek’’ demiş.

..KANIYLA BESLENEN..
..MİKROP TAŞIYAN..
..ÇOK ÜREYEN..
..UÇUCU..

Beraberinde sürekli mikrop taşıyan, insanımızın kanını emen, yürümek yerine uçarak seyahat etmeyi tercih eden (sivrisinekler gidecekleri her yere uçarak giderler ve konarlar) buna rağmen formunu gayet light ve tight tutmayı başarabilen bir yaratıktan bahsediyoruz.. Sivrisinekler.

Kpss kasalım, bi işimiz gücümüz olsun, tutunabilelim, elimiz varlık görsün diyip, eve kapanıp bir iki ay sokağa çıkmayınca insan yürümeyi unutuyor. Yürümeyince tabi istenmeyen kilolar hasıl oluyor. Gel gelelim, yürümemeyi adeta huy edinmiş sivrisineklerin insanın kulağının dibinden ciiiuuvv sesi çıkararak geçecek şekilde hızlı, çevik, fit ve atik olması insanı hayrete gark ediyor.


Evet, sivrisinekler yürümez. Siz hiç bir kolunuzdan diğerine yürüyerek geçen bir sivrisinek gördünüz mü? Bu mümkün değil. Esasında yürüyebilirler. Neticede Allah C:C: ayak vermiş. İsteseler gayet nizami de yürüyebilirler, fakat sevmezler, tercih etmez, tembellik ederler. Sivri sinekler yürümez, uçarlar.

Sivrisineklerin yürümediği aşikar olmasına, zihnimde bu bilgiye muhalif  herhangi bir fikir de olmamasına rağmen skeptik bir tavırla tezimi son bi kez test etmek istiyorum.

Arama motorunda şu cümleyi aratıyorum: Sivrisinekler yürür mü?

Motorun önüme getirdiği "4.897" sonuç arasında sivrisineğin yürüdüğüne dair kayda değer bir veriye/bilgiye ulaşamıyorum!  Ayrıca motorun önüme getirdiği sonuç sayısına baktığımda da insanların bu hakikate (yürümez, uçar) araştırmaya dahi ihtiyaç duymayacak düzeyde inandığını, gözlemliyorum.

Ardından, kullandığım test yönteminin geçerliliğini test etmek adına (testin test edilmesi), bu kez de "yürüdüğü aşikar olan" bir şeyi aynı şekilde arama motorunda aratarak sonuçları yorumlamaya karar veriyorum.

Yürümek dendiğinde zihnimde çağrışan ilk şey ‘’yürü taş arabası’’ oluyor. "Taş arabası yürür mü?" diye aratacağım. Fakat yapacağım kıyasın -fair- sonuçlar vermesi adına karşılaştırmamızı tıpkı sivrisinek gibi, canlı bir varlık ile yapmak istiyorum. Zira, taş arabası bir varlık olmasına karşı canlılık özelliği göstermemektedir. 

Öyle ki ‘’taş arabası canlı mıdır?’’ şeklinde yapılan aramada sadece 376 sonuç alınabiliyor. Bu bize şunu gösteriyor; "taş arabasının canlı olmadığı" bilinen bir gerçek olduğundan, konuyla ilgili fazla bir araştırma yapılmasına da ihtiyaç duyulmamış.

"Canlı varlık" ve "yürümek" dendiğinde akla ilk gelen şey insan oluyor. Yani biz müslümanlar ve gayrimüslimler. Kate Upton mesela. 

Yeni sekme açıp arama motorunda aratıyorum; ‘’İnsan yürür mü?’’

Aman Allah'ım..

Şok, şok, şok. 

Bu nasıl olabilir!

Bu soruyla ilgili arama motoru tam tamına 2 milyon 700 bin adet sonuç getiriyor!!!

Bunun anlamını biliyorsunuz değil mi!

Korkmaya başlıyorum. (İngilizcesi ‘’afraid’’)

Acaba insan da uzun süreler masa başından kalkmazsa belli bi süre sonra yürüyemez hale mi gelir!

2012 yılında KPSS’ye, masa başı bir işim olsun isteyen, yaklaşık bir milyon insan girmiş. YGS’ye ise iki buçuk milyon.. Toplamda üç buçuk milyonu aşkın masa başı iş kovalayan insan..

Bunlardan 600-700 bininin çer-çöp olduğunu 100-200 bininin de sınava sınav akşamı çalışarak girdiğini düşünürsek geriye kalanların sayısı 2 milyon 699 bin. 

Dikkat ettiniz mi, bu rakam arama motorunda ‘’İnsan yürür mü?’’ sorusunun aranma sayısı ile neredeyse birebir örtüşüyor. Bunun basit bir rastlantı olduğunu iddia etmek, ancak höristik kavramından bihaber olmayı gerektirir. Şükür ki biz höristik bilenlerdeniz.

Ve kullanılabilir höristik sayesinde şu teze ulaşabiliriz: KPSS ve YGS gibi insanı oturup çalışmaya mecbur kılan sınavlar, insan canlısının en meşhur yetisini -yürüyebilme yetisi- tehdit etmektedir. 

Dersi-derste, günü gününe, yazarak, ezberleyerek vb. methotların yanında ne yazık ki henüz bu sınavlar için ‘’yürüyerek çalışma methodu’’ geliştirilememiştir. 

Hükümet ise konuya yıllardır eğilmemekte, üstüne üstlük fındığın kilosuna 4 TL gibi komik bi rakam biçerek fındıkçıları da memnun edememektedir.

Bu yazıyı yazarken Fenerbahçe karşısında 1-0 öne geçen Eskişehirsporlu futbolcuları tebrik ederim.

7 Mayıs 2013 Salı

Korku

İnsanlar topluluk halinde yaşarlar. İçini doğru argümanlarla doldurmak kaydıyla fazlasıyla yerinde bir tespit. Evet toplum, adından da anlaşılacağı üzere birlikte yaşayan, birlikte düşünen, birlikte hareket eden hatta yerine göre hareket etmeyip sadece seyreden insanlar bütünü.

Peki insanlara bu kadar şeyi birlikte yaptıran, onları birbirine sımsıkı bağlayan sırtını birbirlerine dayamaksızın varolamıyacağı hissine kapılmasını sağlayan şeyler neler? Bu soruya bireyin siyasi görüşüne göre, muhafazakarlık seviyesine göre veya aile yapısına göre, hatta oturduğu semte göre farklı cevaplar vermesi muhtemel. Ama benim dikkatimi en çok çeken ve beni en çok düşündüren kavram ‘korku’. 

Kendi içerisinde bireyleri bir arada tutma için adeta bir sosyal tutkal vazifesini bir hakkın icra etmesinin yanı sıra tam tersine bireyi yalnızlaştırmak ve asosyalleştirmek adına çoğu zaman farkında olmadan kullanılan bir kavram. 

Korku kavramını ve dayattığı sosyal yada kişisel hareketliliğin sebeplerini düşündüğüm her sefer anlamlı, marjinal ve kapsamlı bir cevap bulamamak benim açımdan meseleyi 'tam bir saçmalık' olarak niteleyip kestirip atmama sebep oluyor. Çünkü benim inancıma göre insan gündelik hayatında bir takım hislerin zihne ve organizmaya uyguladığı bir çeşit baskı ya da dürtü sonucu hareket eder. Eğer açlık hissediyorsanız yemek yersiniz, eğer birine aşıksanız.... yok buraya uymadı. Her neyse sonuç olarak organizmada bir his bir dürtüye bir dürtü de bir harekete sebebiyet verir. Hareketin ya da eylemin yönü aynı olmak zorunda değildir ama zannımca benzer olmasını ummak gerekir. Halbuki korkan ya da korkutulan insanın yere ve zamana göre birbirine zıt iki sosyal ya da bireysel hareketlenmeye soyunması vakidir ve bu vaka meselenin daha doğrusu iştirak edilen hareketlenmenin içi boş, psikolojik alt yapısı derme çatma da olsa kurulmuş ancak bireyi dolayısıyla da toplumu büyük bir yanlışa sürüklemekte olduğu görülmelidir. 

Meseleyi örneklendirelim…Belki de dünyadaki en kolay toplum yönetme ve şekillendirme yöntemlerinden biridir 'korkutmak'. Yönetenlerin saltanatlarının devamı için gereken gücün toplumsal temeller ve değerler sebebiyle tehlikeye düşmesi durumunda yöneten bir korku iklimi yaratır, yaratmakla kalmaz senaryolaştırır bir güzel de oynar. Sahne ülke toprakları, seyirci vatandaş ve geri kalan herşey 'onlar'. Sahnede iç içe daireler çizen Anadol marka bir araba olur ama size 'ileri gittiğine inanılacak, inan!' derler, inanırsınız. Derken korkunç bir varlık çıkar ve Anadol'umuzu geriye götürmek ister.Sonra 'korkulacak, kork!' derler. Korkarsınız, birbirinize ve 'onlar' a sımsıkı sarılırsınız ve avazınız çıktığı kadar bağırırsınız, 'kahrolsun!'. İşte bu durum korkutulan bireyin nasıl bir toplum hareketine dönüştüğünü daha doğrusu nasıl bir sivil toplum hareketine dönüştüğünü gösterir, tabi önce sivillerin kollarından ve bacaklarından sahnenin görünmeyen bölgelerine doğru uzanan ipleri görmezden gelmeniz lazım. Korku bireyde yanyana gelmeye ve hareketlenmeye sebep olmuştur.

Ama korku sadece birleştirmez , ayrıştırır da. Ancak bu ayrışmaya bireyin ve toplumun perspektifinden olmak üzere iki farklı pencereden bakmalıyız. Birey açısından en azından ülkemiz adına son dönem ayrışmalarının bir yönünü anlayışla karşılamak gerekebilir. Sonuçta ne boyutta ve ne doğrultuda olduğuna bakılmaksızın kitleler ülkemizde çok büyük acılar çekmiş, çok büyük bedeller ödemiştir. Günümüz Türkiye'sinde eksikliği hissedilen örgütlenmiş toplum konseptinin arka sokakları can yakar yani. Ama herşeye rağmen bireyin bu korkularla bir topluma entegre olmaktan ve bu topluluğun doğurduğu bir harekete iştirak etmekten özetle sivil toplum hareketlerinden engellenmesi çok acı değil midir? Toplumun perspektifi ise bambaşkadır ve ideolojik saplantılara kurban edileli bir hayli zaman olmuştur. Bir takım atsız şahsiyetler dünyada ırkına düşman olmayan millet ve bayrak bırakmayalı korku en büyük ayrışma sebebi olmuştur; düşmanlık, kin, öfke ve hırsın yanıbaşına da bağdaş kurmuştur.

En başta da belirttiğim gibi aksiyona dönüşen dürtülerin insanoğlu için tek yönlü olduğuna inanıyorum. Bunun aksine vuku bulan tüm icraatlar yanlış ve tüm icra sahiplerinin de birer kukla olduğunu düşünüyorum. Ve sadece yukarıda bahsettiğim bu sosyal zıt yönlü hareketlenme değil korkunun müsebbibi olan her aksiyondan insanoğlunun şiddetle kaçınması gerektiğini savunuyorum. Özetle korkmayayım ve korkmayalım istiyorum...